14 Nisan 2013 Pazar

Toz Bezleri


Düğün alayı eşliğinde bir evlat ve bir cenaze çıkmadan o hane gerçek bir aile olamazmış, öyle derler. İnanırım.
Ablam hippiliği seçmişti, kendi kendine bi Budistle evlendi, biz de sonradan öğrendik, düğün falan olmadı haliyle. Ben abimin düğününden iki gün önce tutuklanınca o da düğüne benzememiş, engelli koşuya dönen on yıllık aşkları tam mutlu sona erecekken tüm davetliler ‘’geçmiş olsun’’ demiş onlara
mutluluk dileyecekleri yerde.  Düğün seçeneği elendiğine göre ‘’gerçek bir aile’’ olmamız için cenazeyi beklememiz gerekti: babamın cenazesini.
Üç otuz paraya çalıştığım şirkette yıllık izinleri listelemiştik: benimki aybaşındaydı. Sevindim: param da olurdu. İzin zamanı yaklaşınca hatırladım, şirketin gününde maaş ödediği vaki değildi. Olsun dedim, İstanbul’a giderim, arkadaşları görürüm, pek para harcamam, o arada maaşlar ödenir, biletimi alır eve geçerim. Aslında doğrudan eve gitmem gerekiyordu, yolu uzatmıştım, maaş almamış olmam bahane.
Sibellerin evindeki rutine kaptırdım kendimi, ‘’yarın giderim’’ öbür gün giderim’e dönüştü. Eve gidesim yoktu, çünkü babam ölüyordu o evde.

Parlak Teyze, Sibel’in annesi, temizlik için işbölümü yaptı, yüzlerce ıvır zıvırın olduğu evde en hafif iş olan süs eşyalarının, bibloların silinmesi işi de bana düştü. Tam toz bezlerini yüklenmiş ilerliyordum ki,  anne seslendi yukardan: ‘’Tezgahın üstündeki toz bezlerini de bana getirin.’’ Döndüm toz bezlerini aldım. Kucağımda bi kendi toz bezlerim, bi onunkiler, iki kat yığınla, mutfaktan üst kata dönen ahşap merdivenin trabzanındaki koca tokmağı tek elimle yakalayıp artistik bir dönüşle ayağımı ilk basamağa atmıştım ki, telefonum çaldı: ‘’Bi yere otur’’ dedi abim. Bilmezdi ki, ben ölüm haberi alınca başım dönmez, fenalaşmam, dünya başıma yıkılmaz. ‘’Oturdum’’dedim, oysa ayaktaydım, kucağımda toz bezlerinden oluşan yığını sıkıştırdığım kolum gevşemeye başlamıştı, gevşeyen kolumun ucundaki elim telefonu sıkmaya devam ediyordum ama.  Diğer elim trabzanda, kaygan, parlak ahşap tokmak avucumun içinde, dairesel hareketlerle döndürüp duruyorum o mutlu elimi. Sibel’in annesi seslendi tekrar:’’Nergiiiiiz toz bezlerimi getir…’’ diye. Telefonu kapattım: Sibel mutfağın ortasında iyice büyümüş gözleriyle bana bakıyordu. Gözlerimi gözlerinden çekmeden yukarı seslendim: ‘’Babam ölmüüüş…’’ Evdeki neşeli temizlik havası uçtu gitti açık pencerelerden.
 
Şimdi hala Sibel’in annesinin evine gidince o ahşap tokmağı severim mutlaka avucumu üstüne geçirip, öptüğüm bile olmuştur belki kimseler görmezken. Ben o merdivenin ilk basamağına otururum, renkli toz bezleri uçuşur gözümün önünden, açık pencerelerden kanatlanıp uçarlar babama doğru.
 
Hayata söverim: Ben cenazeyle bile ‘’aile’’ olamadım, düğünle hiç olmam ulan diye.


Fotoğraf: Haluk Kalafat

Hiç yorum yok: