22 Ekim 2012 Pazartesi

Neden Telafi Defterleri?



 

 

Bir bölünme ve kapatılma yaşıyoruz, yıllara yayılacak bir kapatılma bu. 
 
Hapisanelerde tecrite karşı açlık grevleri bugün 41.gününde ve ‘’ben neden bir blog açıyorum’’ diye soruyorum kendime: Kapatılma, yalıtılma, bölünme, insanlar arasına erişilmez uzaklıklar koyma giderek bir toplumsal durum haline dönüşüyor. Dışardaki bölünmeden, yalıtılmışlıktan güç kazanan ‘'dışımızdaki dünya''nın egemenleri, bizim sözcükler çattığımız harflere yazık ederek kurdukları E,M,F,L…  tiplerinden  edindiği deneyimle bizi her yerde tek başına bırakıyor, sonra tek başına yakalıyor, hücrelere, evlere, işyerlerine, alış veriş merkezlerine ve sosyal(!) medya’ya hapsediyor. Modern hayat denilen şey duvarları yükseltiyor, kapı çalma geleneğini yok ediyor, seslerle erişiyoruz birbirimize, ekranlarda görüyoruz doğum günlerini, ölümler ertesinde anlamsız cümleler kuruyoruz birbirimize beceriksizce. Yine de iyi ki ‘’yazı’’ var diyorum, insan olmakla ilgili bir derdi olanların ulaşabileceği kalemler, kitaplar, defterler, klavyeler var.  İyi ki var! Hem bunun, hem de 8 güzel yılımı yılmadan, yanılmadan geçirmeme olanak sağlayan kitapların,defterlerin, mektupların ve insan yüzlerinin hatırına cümleler kurmak gerektiğine inanıyorum hala. Kitaplardan, öykülerden, romanlardan sözetmek, bilmediğimiz dillerden yapılacak çevirileri beklemek iyi geliyor. Kitaplar hakkında ''edemediğimiz'' sohbetler için burası Telafi Defterleri olsun istiyorum.
Aslında eski bir defterim ve bu eski defterin içindeki eski bir yazımdan dolayı buranın adı  ‘telafi defterleri’ oldu. Şimdi onu yeniden okuyup cümle aralarına ekliyorum:
‘’… ve ormanda yol ikiye ayrılır.’’ Ölü Ozanlar Derneği adlı filmde böyle bir cümle kuruludur. İkiye ayrılan yollardan biri çok gidilmiş, belirgin, ‘’yol’’ tanımını hak eden bir yoldur; diğeri çalılıklar arasında kendisini ‘’yol edeceklere’’ meşakkat, korku ve heyecanla örülü bir maceranın davetiyesi gibi duran, az gidilmiş bir patika.

Yazmak benim için başlangıçta ilkiydi: üzerinde fazla düşünmeden, eninde sonunda bir yere ulaştıracağı gibi bir önseziyle, benden öncekilerin bir devamı olarak… Ama zaman içinde gördüm ki ister anayoldan yazmaya başlayın, ister patikadan, bu iki yol mutlaka birbirine çıkıyor,  birbirine ekleniyor.
Paradoksal biçimde kişi çoğu kez kendisine bir mahremiyet alanı, bir kişisel alan yaratmak için yazıyor, bunun için defterler açmanın mahremiyetini tehlikeye atmak olduğu bildiği halde.
 
(…)Yazmak bir noktadan sonra bu yitirilmişliğe, insanı hayattan alıkoyan bu kapatılmaya karşı bir dirence dönüşüyor, yazmakla yaşamak birbirinin yerine geçiyor. Hatta yazmak yaşamak oluyor bazen onun yerine. Gitmediğiniz yolları, inmediğiniz istasyonları, çalamadığınız dost kapılarını, olamadığınız aşkları, gerçekleştiremediğiniz düşleri yazmaya başlıyorsunuz. Ben bu türden yazıların çok olduğu defterlere telafi defterleri diyorum.
Zamanla bu ‘telafi etme’ çabası çalınanın yerine ‘cebinden koyma’ya dönüşüyor. Yaşanılmayanın ya da eksik yaşananın yerine açılmış bu zihinsel oyuklardan, boşluklardan sızıp yayılan yazılar acıtmaya başlıyor. Yazı yaşamın eksikliğini telafi eden bir araçken, sürekli eksikliğini hissettiren, sürekli bir şeyleri arayıp duracağımızı vurgulayan, telafi edemeyen bir araca dönüşüyor.
Son zamanlarda neden yazdığımı, ne yazdığımı, aslında ne yazmak istediğimi soruyorum kendime. Beni yazmaya iten ‘‘edebi kaygılar’’ değildi öteden beri. Böyle bir kaygı edinmeye çalışıyorum. Ancak edebiyatla ilişkim ‘sıkı okur’ olmanın ötesine geçer mi kestiremiyorum. İçimde büyük büyük defterlerim var; insanlardan, bir türlü beceremediğim, ilişkinin hep huzursuz tarafı olarak kaldığım gündelik hayat ilişkilerinden kaçmanın bir olanağı olarak açılmış defterler bunlar. Çoğu kez onlara yazıyorum. Dışımdaki defterlere yazmak ve bunu birilerinin bakışına açmak kendimi sobelemek gibi geliyor biraz, kendi sığınağımı tahrip etmek gibi… Ama zaman geliyor dışımızdaki defterlere sızmaya başlıyor herşey, tutsam mı tutmasam mı diye düşünüp kalıyorum.
‘’Hep huzursuz’’sanız önce kitaplara yaslarsınız gövdenizi, bir kitap ayracı gibi gezer durursunuz. Sonra hiçbir yere yaslanmadan, dimdik ve hayatta kalabilmek için, kendiniz olarak kalabilmek için defterlere koşarsınız. Yine de defterler yetmez, asıl kayıt insanın zihnine ve bedenine düşülür çünkü. ‘’
Böyle demişim yıllar evvel : şimdi daha büyük bir telafi defterim oldu. Daha çok okuduklarımı yazmak isterim buraya: Bakalım ‘’okur ne okur, ne okumaz’’.

1 yorum:

nergiz dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.